Bu sayfayı yazdır

YUNAN ASKERİ HAKİMİNİN İTİRAFLARI

15 Mayıs 1919’da, sinsice İzmir’e çıkan Yunanlılar, bir Haçlı ordusu gibi hareket ediyordu. Çıkarma birlikleri hazırlanırken, askeri yargı teşkilatı da yeni tayinlerle güçlendiril mişti. Yaşı çok genç olmasına rağmen, babası 1897 Türk-Yunan savaşındaölen ve Türklere kini olan Dimitri Ambleas, bu harekatta askeri yargının başına getirilmişti. Öyle ki ölüm cezaları verebilecek, bu cezayı veren mahkemelerin onay mercii olacaktı. Yani Kralın yetkisi ile gelmişti. Bundan maksat, kendi askerlerinin disiplini değildi. Türklerden en ufak bir direnme gösterenleri hemen hukuk yolu ile saf dışı etmekti. Mahkeme derhal göreve başlamıştı. Albay Dimitri, askerlere karşı gelen yaşlıları, ufak bir sorgudan sonra, CASUSLUK suçundan idama mahkum edip; anında infaz ediyordu.

Yakalananları bizzat sorguya çekerek; bu direnişin arkasında kimin olduğunu çözmeye çalışıyordu. Kısa zamanda ondört idam olmuş, bunlardan dokuzu ise, köy imamları idi. Şaşırmıştı. Neden imamlar. Yoksa bir örgüt var da onlar mı çözememişti. Yunanlı Albay hatırasına şöyle devam ediyor: “Suçluların içinde yaşı altmışı geçmiş bir Gedizli Yunus hoca vardı. Suçlu zinde ve sağlıklı idi. Sorduklarıma, sanki bu sorgunun sonunda hayatından olmayacakmış gibi rahat cevaplar veriyordu. Gülerek benimle sohbet eder gibiydi. Bana sorgunun sonunda dedi ki: “Evet biliyorum ki beni kurşuna dizeceksiniz. Bu sizin göreviniz. Ben de benim görevimi yaptım. Yani yurdumu, istiklalimi, namusumu ve dinimi korumak için çalıştım. Siz bunu suç bildiniz. Peki ben sizin ülkenize gelseydim, siz bana nasıl davranırdınız. Ben ölüme giderken gelin ölüme nasıl gittiğimi görün de böyle kararların Türkleri yıldıramayacağını anlayın. Bu ülkede tek Türk kalmayıncaya kadar bu direniş sürecektir. Siz bir milletin kökünü kazıyamayacağınıza göre, şimdiden söyleyeyim ki buradan çok pişmanlıklar duyarak ve hezimet şeklinde döneceksiniz.” dedi ve dediği gibi gülerek ölüme gitti. Bir de Sındırgılı Yusuf hoca vardı. Onun sözleri kulaklarımdan hiç gitmedi. Sorgusunda; “Siz geldiğiniz gibi gideceksiniz. Hem de çok zarar görmüş, yıkılmış ve haddini bilmiş olarak gideceksiniz. Bizler de, yani bu uğurda şehid olanların ruhları sizin kaçışınızı seyredece ğiz.Ve işte o zaman boşuna can vermediğimizi anlayıp müsterih olacağız.” dedi.
Şimdi düşünüyorum: Ben bu gerçeği geç de olsa Yunus ve Yusuf hocaların ölüme gidişleri ile anlamış ve uyanmıştım. Ama başımızdakilere bunu anlatmak mümkün değildi.
Onlar da 9 Eylül günü Ordumuzun büyük bir kısmı İzmir limanında denize döküldüğünde anladılar ama iş işten geçtikten sonra. Uşaktan İzmire sürüler halinde etrafı yakıp yıkarak kaçan askerlerimiz, İzmir’e geldiklerinde, Türk askerleri de İzmir’e girmişti. Sokak ve caddelerde her iki milletin askerleri koşuşturuyordu. Bir Türk askerinin, bir Yunan askerini süngülediğini görmedim. Bunlar nasıl insandı. Bizim Askerlerimiz, Türklere kalmasın diye bir savaş boyu bindikleri atlarının ayaklarını kırıp sokaklara bıraktılar. Bazı kadınlarımız ölen çocuklarının cesetlerini bir türlü Türklere teslim etmiyorlardı. Şöyle baktım. Bu Türkler dirimize bir kötülük yapmıyor ki ölüye zarar versin. Kurtulabilen askerlerimiz İngiliz gemilerine binerek en yakın Yunan adalarına kaçtılar. Biz de kaçtık. Vatana dönünce bir çok komutan, savaş suçlusu olarak kısa bir yargıdan sonra Kurşuna dizildiler. Ben suçsuz bulundum. Sonra Üniversiteye geçtim. Şu anda hukuk profesörü olarak öğrencilerime hukuk öğretiyorum. Sık sık da bu savaştan misaller veriyorum. Şimdi düşünüyorum da Fatih Sultan Mehmet, Yunanistan’ı aldığında, bizim Anadolu’da yaptığımızın onda birini yapsaydı, bu gün Yunan milleti diye bir millet olmazdı.” İşte bir Yunan Askeri hakimin hatıralarından, kısa bölümler...

Toplam Görüntülenme: 1815

Yayın tarihi: Salı, 22 Şubat 2005