Bu sayfayı yazdır

9 - GÖRÜLMEMİŞ BİR MEYDAN SAVAŞI

{mosimage}Yemen fatihi Koca Sinan Paşa, üçüncü defa sadrazam olmuştu. Ömrü harp meydan ların da geçmiş olan bu ihtiyar vezir,
 
-Yâ Rabbi! Bana bir zafer daha kazandırmadan canımı alma!

Diye dua ediyordu. Yaşı doksana varmış olmasına rağmen hâlâ dinç ve azimli idi. Bu günlerde Bosna valisi Hasan Paşa’nın, Avusturya sınırına yaptığı bir akında kendisi ile birlikte birçok akıncı şehid düşmüştü. Avusturya imparatoru 2. Rudolf, şeir meydanlarına Türk çanı koydurmuş, sabah, öğle ve akşam saatlerinde çaldırarak halkı kiliselere dolduruyor ve Türk akıncılarının şerlerinden koruması için dua etmelerini emrediyordu. 

Hasan Paşa’nın şehadetini duyan Sinan Paşa artık eli kolu bağlı duramazdı. Toplanan Divan-ı Hümayunda, herkes savaş aleyhdarı iken, Sinan Paşa’nın ısrarı ile fikirlerini değiştir mek zorunda kalmışlardı. Veziriazam:

-Devletin namusu nerede kaldı? Koskoca bir vezir şehid edilir, serhadlerdeki sancaklar yağma edilir, halka işkence yapılır, bu ne iştir? Billah küffarın hakkından gelmek gerektir.

Diye herkesi savaşa teşvik ediyordu.

Nihayet 1593 yılında Avusturya üzerine sefer açılmasına karar verildi. Bu sefere Veziriazam Koca Sinan Paşa kumanda edecekti. Fakat savaş yıllarca devam ettiği halde bir neticeye ulaşılamadı. Nihayet Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi, eğer Padişahın da sefere çıkıp yeniçerilerin başına geçerse zaferin kazanılacağını söyledi. Bu arada, bütün ömrü, kazandığı zaferlerle süslenmiş olan veziriazam Sinan Paşa, bir zafer kazanmadan 1596’da vefat etti. Yerine İbrahim Paşa veziriazamlığa getirildi. Bu da padişahın sefere çıkması için gayret ediyordu. Nihayet 1596 yılı 21 Haziranında Padişah 3. Mehmet, azametli bir ordunun başında sefere çıktı. 2 hafta içinde Macaristan topraklarına girdiler. İlk olarak, daha önce Osmanlı topraklarında iken Avusturyalılar tarafından zaptedilen Eğri kalesi alındı. Fakat büyük bir Avusturya ordusunun buraya doğru ilerlemekte olduğu haberi geldi. Bunun üzerine kalenin kuzeyindeki ovada harp düzenine girildi. Nihayet iki ordu 26 Ekim 1596’da karşı karşıya geldi. Avusturyalılar, daha önceki savaşlardan epeyce tecrübe kazanmışlar, kesin zaferin ancak, padişahın otağına saldırmak ve onu öldürmek veya esir almakla sağlanabileceğine inanmışlardı. Bu yüzden bütün Avusturya ordusu, Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanatlarına değil, yalnızca merkezdeki kuvvetlerine saldırdı. Şiddetli bir muharebe başladı. Ağır kayıplar vermelerine rağmen merkez kuvvetlerimizi dağıtmayı başardılar. Padişahın durumu şu anda tehlikede idi. Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi, telaşa kapılan padişahı teskin etmek için:

-Nusret sabır iledir sultanım. İnşaallah zafer bize müyesser olacaktır, diyordu.

Bu sırada düşman birlikleri, padişahın muhafızlarını da bertaraf etmiş, çadırın yakınına kadar gelmişlerdi. Yavuz Sultan Selim Han’ın nedimi Hasan Can’ın oğlu olan Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi, padişaha hissettirmeden, bütün aşçılar, sakalar, hademeler ve ne kadar hizmetkarlar varsa topladı ve onlara durumun ciddiyetini anlattı Hepsi de mutfaktaki kepçe, satır, bıçak, şiş gibi ne varsa silah olarak ellerine aldılar ve çadırın önüne kadar gelmiş olan düşman askerine saldırdılar. Sadettin Efendi bunları, tekbirler getirerek, naralar atarak teşvik ediyor, kendisi de elinde bir satırla eh önde savaşıyordu. Bu öyle bir savaştı ki, şimdiye kadar tarihte bir benzeri görülmemişti. Bir aşçıbaşı çorba kepçesini bir Macar generalin kafasında kırarken, bir hademe, kuzu çevirmek için yapılmış bir şişle, tepeden tırnağa kadar silahlı bir Avusturyalı nefere saldırıyordu. Düşman, bu  şecaat ve kahramanlık karşısında neye uğradığını anlayamadı ve bir anda durakladı.

Bu sırada Sadettin Efendi, öncü kuvvetleri kumandanı Cağaloğlu Sinan Paşa’yı buldu ve:

-Ne durursuz? Savlet eyleyecek zaman bu zamandır. Padişahımız ziyadesiyle ikdam bekler. İbraz-ı şecaat edecek dem, bu demdir.

Dedi. Cağaloğlu, emrindeki bütün kuvvetlerle taarruza geçerek düşmanın sol kanadını parçaladıktan sonra, hemen merkeze saldırdı ve otağ-ı hümayunu ele geçirmek isteyen düşman kuvvetlerini darmadağın etti. Böylece, Osmanlı Padişahını, çok kötü neticeler verebilecek bir akıbetten kurtardı. Bu haberin asker arasında duyulması ile moraller birden yükseldi ve son bir hücuma geçen sipahiler, Avusturya ordusunu büyük bir mağlubiyete uğrattılar. Fakat bu zaferin asıl kahramanları, Hoca Sadettin Efendi ve onun teşviki ile padişahı korumak için canlarını ortaya koyarak, sayıları kendilerinden kat kat daha fazla, tepeden tırnağa silahlı düşman askerine, kepçe, bıçak ve şişlerle saldıran aşçı ve hizmetkarlardı. 

Toplam Görüntülenme: 2440

Yayın tarihi: Cuma, 09 Ocak 2004