Bu sayfayı yazdır

Şar­kın Hâ­fı­zı Ha­tîb-i Bağ­da­dî

Ha­tîb-i Bağ­da­dî, Şam’da ve Bağ­dad’da ye­ti­şen ha­dis âlim­le­ri­nin bü­yük­le­rin­den­dir. 392 (m. 1002) se­ne­sin­de Bağ­dad’da doğ­du. Ba­ba­sı Ebü’l-Ha­sen Ali, ilim sa­hi­bi ve Bağ­dad’ın Der­zâ-cân kö­yü­nün ha­ti­bi olup, cu­ma gün­le­ri ca­mi­de hut­be okur, na­maz kıl­dı­rır­dı. Oğ­lu­nu da­ha on iki ya­şın­da iken, Kur’ân-ı ke­rî­mi öğ­ren­me­si, ez­ber­le­me­si için, bü­yük âlim Ket­tâ­nî’ye tes­lim et­ti...

KUR’ÂN-I KE­RέMİ BİR
GÜN­DE OKUR­DU!..
Ha­tîb-i Bağ­da­dî, Çok âlim­den ilim öğ­ren­di. Fı­kıh il­mi­ni, Me­hâ­mi­lî’den ve Ka­dı Ebû Tay­yîb’den al­dı. Ha­dîs il­min­de çok bil­gi sa­hi­bi ol­du. Bu il­min bü­tün kol­la­rın­da mü­te­has­sıs ol­du. Çok kıy­met­li ki­tap­lar yaz­dı. Ona “Şar­kın Hâ­fı­zı” de­ni­lir­di. “İs­ti­âb” ki­ta­bı­nın sa­hi­bi Ebû Ömer Yû­suf bin Ab­dil­berr için de “Gar­bın Hâ­fı­zı” de­ni­yor­du...
Kur’ân-ı ke­rî­min ta­mâ­mı­nı bir gün ve ge­ce­de okur­du. Zühd ve ve­ra sa­hi­biy­di. Hat­tat olup, çok gü­zel ya­zı ya­zar­dı.
Bağ­dad’dan çı­kıp Şam’a gi­din­ce, va­li­nin, mü­ez­zi­ne ezan okur­ken “Hay­ye ale’s-sa­lâh” ye­ri­ne, “Hay­ye alâ hayr-il-amel” di­ye­cek­sin di­ye emir ver­me­si­ni, Ha­tîb-i Bağ­da­dî be­ğen­me­miş­ti. Böy­le de­nil­me­si­ni söy­le­me­si için ken­di­si­ni sı­kış­tır­dı­lar, öl­dür­mek­le teh­dit et­ti­ler. Fa­kat mu­vaf­fak ola­ma­dı­lar. Eza­nın as­lı gi­bi okun­ma­sın­da ıs­rar et­ti.
Bağ­dad’da, Be­sâ­si­rî’nin is­yan edip mu­vaf­fak ol­ma­sın­dan son­ra, ken­di­si­ne bağ­lı­lı­ğı ve hür­me­ti çok olan ve­zîr İbn-i Mes­le­me va­zi­fe­den alı­nın­ca, Şam’a git­ti. Ra­fı­zî i’ti­kâ­dın­da­ki Fa­tı­mî dev­le­ti Şam’ı eli­ne ge­çir­miş­ti. O, Şam’ın mer­ke­zin­de­ki Dı­meşk Câ­mi­i’nin do­ğu ta­ra­fın­da­ki mi­na­re­de ikâ­met et­me­ye baş­la­dı. Se­si gür ve yük­sek ol­du­ğu için, ca­mi­nin her ta­ra­fın­dan işi­ti­lir­di...

ÖM­RÜ İLİM YAY­MAK­LA GEÇ­Tİ...
Bir gün, in­san­la­ra Haz­re­ti Ab­bâs’ın fa­zî­let­le­ri­ni an­la­tı­yor­du. Bu­nu gö­ren Fa­tı­mî râ­fi­zî­le­ri, ona hü­cum edip öl­dür­mek is­te­di­ler. Ora­da bu­lu­nan Şe­rif Zey­ne­bî’nin yar­dı­mıy­la kur­tul­du. Ak­ba­kî’nin evi­ne yer­leş­ti. Son­ra Şam eyâ­le­ti­nin sa­hil şeh­ri olan Sûr’a git­ti. Bir müd­det ora­da kal­dı. Ebû Ab­dul­lah-i Sû­rî’den çok ilim al­dı. Ki­tap­la­rı­nı ora­da yaz­ma­ya baş­la­dı. Son­ra Bağ­dad’a dön­dü. Bağ­dad­lı­lar onu iyi kar­şı­la­dı­lar, il­mi­nin çok­lu­ğu se­be­biy­le ona çok say­gı gös­ter­di­ler. 463 (m. 1071) se­ne­si Zil­hic­ce ayı­nın ye­din­ci gü­nü ve­fât edin­ce­ye ka­dar, ilim yay­mak­la meş­gul ol­du. Ce­na­ze­si­ni ta­şı­yan­lar ara­sın­da, ho­ca­sı Ebû İs­hâk da var­dı. Ev­li­yâ­nın bü­yük­le­rin­den Bişr-i Ha­fi’nin ya­nı­na def­no­lun­du.

Toplam Görüntülenme: 1267

Yayın tarihi: Perşembe, 04 Aralık 2008