Bu sayfayı yazdır

O­nun e­ce­li ­gel­miş­tir!..

Mû­sâ Kâ­zım haz­ret­le­ri ev­li­yâ­nın bü­yük­le­rin­den ve “Oni­ki İmâm”ın ye­din­ci­si­dir. Ca’fer-i Sâ­dık’ın oğ­lu, İmâm-ı Ali Rı­zâ’nın ba­ba­sı­dır. Re­sû­lul­lah (sal­lal­la­hü aley­hi ve sel­lem) Efen­di­mi­zin to­ru­nu olup, haz­ret-i Ali ile haz­ret-i Fâ­tı­ma’nın ev­lât­la­rın­dan­dır. Haz­ret-i Hü­se­yin’in ço­cuk­la­rın­dan ol­du­ğu için “Sey­yid”dir.

“ONU YAL­NIZ BI­RAK­MA!..”
Mû­sâ Kâ­zım haz­ret­le­ri yük­sek bir âlim ve bü­yük bir ev­li­yâ­dır. Din bil­gi­le­rin­de ic­ti­hâd de­re­ce­si­ne yük­sel­miş­ti. Her ilim­de imâm, üs­tâd, bü­yük bir reh­ber­di...
İn­ce ma’ri­fet­le­ri bil­di­ren söz­le­ri, nük­te ve la­ti­fe­le­ri çok meş­hûr­dur. Hik­met­li söz­le­rin­den bi­ri şöy­le­dir:
“Ar­ka­daş­lık et­ti­ğin bi­ri, ön­ce­le­ri hâ­li hâ­li­ne uyar, son­ra­la­rı kal­bi­ne sı­kın­tı ve­rir­se, he­men ken­di­ne bak! Ken­di eğ­ri­li­ği­ni an­lar­san, he­men töv­be et. Doğ­ru ol­du­ğu­nu an­lar­san, bi­le­sin ki, o ar­ka­da­şın yol­dan sap­mış­tır. Bu du­rum­da dur, bi­raz dü­şün. He­men on­dan ay­rıl­ma! Onu yal­nız ba­şı­na bı­rak­ma. Ce­nâb-ı Hak ta­ra­fın­dan bir dü­zel­me ge­lin­ce­ye ka­dar bek­le.”
İs­hâk bin Am­mâr şöy­le an­la­tı­yor: “Mû­sâ Kâ­zım haz­ret­le­ri hap­se atıl­mış­tı. İmâm-ı a’zam Ebû Ha­nî­fe haz­ret­le­ri­nin iki ta­le­be­si olan Ebû Yû­suf ile Mu­ham­med Şey­bâ­nî zi­yâ­re­ti­ne git­miş­ler­di. Mak­sat­la­rın­dan bi­ri de il­mi hak­kın­da bil­gi sa­hi­bi ol­mak­tı. Tam o sı­ra­da ha­pis­hâ­ne­nin nö­bet­çi­si ya­nı­na gel­di ve;
-Ey mü­bâ­rek efen­dim, bu­gün­kü nö­be­tim bit­ti. Ya­rın dö­nü­şüm­de, bir ih­ti­yâ­cı­nız var­sa, ge­ti­re­yim, de­di.
Mû­sâ Kâ­zım haz­ret­le­ri, “Bir ih­ti­yâ­cım yok­tur” de­di­ler. Son­ra, Ebû Yû­suf ile Mu­ham­med Şey­bâ­nî’ye dö­ne­rek;
-Ben bu ada­ma hay­ret edi­yo­rum! Ya­rın dö­ne­ce­ği­ni zan edi­yor ve ih­ti­yâç­la­rı­mı so­ru­yor. Hal­bu­ki Onun ece­li gel­miş­tir ve ya­rın bu­ra­ya dö­ne­me­ye­cek­tir, bu­yur­du­lar.

“B­TI­NÎ İLİM­DEN HA­BER VE­Rİ­YOR!”
İmâm-ı a’zam haz­ret­le­ri­nin iki ta­le­be­si de, Mû­sâ Kâ­zım haz­ret­le­ri­nin böy­le söy­le­me­si­ne hay­ret et­ti­ler ve; “Biz, bu zâ­tın zâ­hi­ri ilim­ler­de­ki du­ru­mu­nu öğ­ren­mek is­te­dik. Bu ise, bâ­tı­nî ilim­den bi­ze ha­ber ve­ri­yor. Bu­nun bu sö­zü­nü de­ne­ye­lim” di­ye­rek kal­kıp git­ti­ler. Ada­mın evi­ne ya­kın bir ye­re nö­bet­çi koy­du­lar ve ona, “Bu ev­de bir şey gör­dü­ğün za­man, ge­lip bi­ze ha­ber ver!” de­di­ler. Ge­ce ya­rı­sın­da ev­de bir ağ­la­ma se­si yük­sel­me­ye baş­la­dı. Nö­bet­çi ge­lip he­men ha­ber ver­di. İmâm-ı Ebû Yû­suf ile Mu­ham­med Şey­bâ­nî gel­di­ği za­man ada­mın öl­dü­ğü­nü gör­dü­ler. O bü­yük za­ta kar­şı sev­gi­le­ri da­ha da art­tı.

Toplam Görüntülenme: 1099

Yayın tarihi: Çarşamba, 03 Aralık 2008