Bu sayfayı yazdır

Şa­fiî fı­kıh â­li­mi E­bül­-Abbâs­-ı Vâ­sıtî

Şa­fi­î mez­he­bi fı­kıh âlim­le­rin­den ve ev­li­yâ­nın bü­yük­le­rin­den­dir. 1218 (h.614) se­ne­si Zil­ka’de ayın­da Vâ­sıt şeh­rin­de doğ­du. 1295 (h.694) se­ne­sin­de Zil­hic­ce ayı­nın baş­la­rın­da ve­fât et­ti...
Ebü’l-Ab­bâs-ı Vâ­sı­tî haz­ret­le­ri da­ha çok kü­çük de­ne­cek yaş­ta ilim tah­si­li­ne baş­la­dı. Ba­ba­sın­dan Kur’ân-ı ke­rîm oku­ma­sı­nı öğ­ren­di.

İLİM İÇİN YOL­LA­RA DÜŞ­TÜ...
İlim öğ­ren­mek için çok se­ya­hat­ler yap­tı. Vâ­sıt, Bağ­dad, İs­fe­han, Dı­meşk (Şam) ve baş­ka yer­ler­de meş­hûr âlim­le­rin soh­bet­le­rin­de bu­lun­du. Mek­ke ve Me­di­ne’de uzun za­man kal­dı. Çe­şit­li yer­ler­de bu­lun­du. Şam’a gel­di­ğin­de, ilim öğ­ren­mek is­te­yen­ler, hat­tâ ilim sâ­hi­bi âlim­ler bi­le soh­be­ti­ne koş­tu. Zâ­hi­riy­ye, Nâ­sı­riy­ye ve Ne­ci­biy­ye med­re­se­le­rin­de ders ver­di. Şam’ın en bü­yük ve en meş­hûr câ­mi­si olan Eme­viy­ye Câ­mi­i’nde ha­tîb­lik yap­tı. Bir za­man son­ra ora­dan ay­rı­la­rak Şam kâ­fi­le­si ile bir­lik­te hac­ca git­ti. Ki­tap­la­rı pek faz­la ol­du­ğun­dan, ya­nın­da gö­tü­re­me­di ve bi­ri­ne emâ­net et­ti. Hac­cı­nı yap­tık­tan son­ra Irak kâ­fi­le­si ile, Irak’a do­ğum ye­ri olan Vâ­sıt’a dön­dü. Ve­fât edin­ce­ye ka­dar ora­da kal­dı... Vâ­sıt’a gel­di­ğin­de ken­di­si­ne de­di­ler ki: “Ön­ce­le­ri Mek­ke ve Me­di­ne’de bu­lu­nu­yor­du­nuz. Son­ra Şam’a gel­di­niz. Da­ha son­ra hac­ca git­ti­niz. Hac­dan son­ra da Vâ­sıt’a gel­di­niz. O mu­kad­des yer­le­ri na­sıl terk et­ti­niz?” Bun­la­ra şöy­le ce­vap ver­di: “Rü­yâm­da Re­sû­lul­lah (sal­lal­la­hü aley­hi ve sel­lem) efen­di­mi­zi gör­düm. Ba­na (Vâ­sıt’a git! Ora­da ve­fât eder­sin ve ba­ba­nın ya­nı­na def­no­lu­nur­sun) bu­yur­du.”
Ebü’l-Ab­bâs-ı Vâ­sı­tî haz­ret­le­ri­nin kıy­met­li na­si­hat­le­ri var­dır. Bu­yur­du ki:
“Te­vek­kül, bir şe­yin ol­ma­sı ile, ol­ma­ma­sı ara­sın­da fark gö­zet­me­mek­tir.”
“Dün­ya ve ahi­ret­te iyi­lik, sa­bır ile ele ge­çer.”
“Fü­tüv­vet, nef­si­ni aşa­ğı tu­tup, Müs­lü­man­la­ra hür­me­ti bü­yük bil­mek­tir.”
“Ken­di­ne lâ­zım olan ilim­le­ri öğ­ren­me­li ve bu ilim­ler­le amel et­me­yi de ih­mal et­me­me­li­dir.”
“Sâ­lih­ler­le soh­bet­te be­ra­ber olup, on­lar­la soh­bet edi­niz. On­lar, dün­yâ ha­zi­ne­le­ri­dir. On­lar­la be­ra­ber ol­mak, ebe­dî sa­âde­tin anah­ta­rı­dır.”

“SE­FE­RE ÇIK­MAK İS­Tİ­YO­RUZ...”
Bu mü­ba­rek zat bir gün ta­le­be­le­ri­ni top­la­yıp; “Hak­la­rı­nı­zı he­lâl edi­niz! Se­fe­re çık­mak is­ti­yo­ruz” de­di. Ta­le­be­ler hay­ret edip, baş­la­rı­nı ön­le­ri­ne eğ­di­ler. Bu­nun üze­ri­ne bu­yur­du ki: “Sa­lı gü­nü Şî­râz’a git­mek üze­re yo­la çık­mak is­ti­yo­rum. Ama zan­ne­di­yo­rum ki, o gün Şî­râz’a de­ğil âhi­ret yol­cu­lu­ğu var...” Ha­kî­ka­ten de de­di­ği gün ve­fât et­ti.

Toplam Görüntülenme: 1840

Yayın tarihi: Pazartesi, 01 Aralık 2008