Bu sayfayı yazdır

E­bül­-Abbâs ve ­ki­bir­li bir â­lim!..

Ebü’l-Ab­bâs Mü­les­sem, Ke­lâm âlim­le­rin­den­dir. Mı­sır’da Nil sa­hi­lin­de bu­lu­nan Kûs ve Sa’îd şe­hir­le­rin­de ikâ­met eder­di. 1274 (h. 672) se­ne­sin­de Kûs şeh­rin­de ve­fât et­ti. Ora­da bu­lu­nan der­gâ­hı­nın bah­çe­si­ne defn olun­du...

“HOŞ­SOH­BET BİR ZAT İDİ...
Ta­le­be­le­ri­nin en bü­yük­le­rin­den olan Ab­dül­gaf­fâr bin Nûh, “El-Va­hîd fî ehl-it-tev­hîd” ki­ta­bın­da, ho­ca­sı­nın ke­râ­met­le­ri­ni uzun yaz­mış­tır. Bu ki­tap­ta zik­re­dil­di­ği­ne gö­re, Ebü’l-Ab­bâs el-Mü­les­sem ga­rîb hâl­ler ve ke­râ­met­ler sâ­hi­bi idi. Dün­yâ­ya düş­kün ol­ma­mak, Al­la­hü te­âlâ­dan gâ­fil ol­ma­mak için kıl­dan ya­pıl­mış bir el­bi­se gi­yer­di. Göm­lek ve aba gi­bi di­ğer el­bi­se­le­ri, bu kıl­dan ya­pıl­mış el­bi­se­nin üze­ri­ne gi­yer­di. Or­ta boy­lu, ya­kı­şık­lı, hoş­soh­bet bir zât idi. Ya­nı­na bir şey sor­mak için bi­ri gel­se, da­ha o kim­se bir şey söy­le­me­den, su­âli­nin ce­vâ­bı­nı söy­ler­di... Ken­di­si­ni se­ven­le­rin ev­le­ri­ne gi­der, on­la­rı se­vin­di­rir­di. Yol­da yü­rür­ken bi­le Kur’ân-ı ke­rîm okur, boş dur­maz­dı. Ken­di­si­ni zi­yâ­re­te ge­len­le­ri, ba­ba­la­rı­nın ve de­de­le­ri­nin isim­le­riy­le hi­tâb ede­rek ve hep­si için du­â ede­rek kar­şı­lar­dı. Acem, Irak, Çin ve baş­ka yer­ler­den ge­len­le­ri de böy­le isim­le­riy­le hi­tâb ede­rek, ba­ba ve de­de­le­ri­nin isim­le­ri­ni söy­le­ye­rek kar­şı­lar­dı. Ge­len­le­re mem­le­ket­le­rin­den ha­ber ve­rir, “Ak­ra­ba­la­rı­nız­dan fa­lan­ca kim­se bi­zi se­ver­di” der­di.
Yi­ne Ab­dül­gaf­fâr an­la­tı­yor: “Ebü’l-Ab­bâs haz­ret­le­ri hep ibâ­det­le meş­gûl olur­du. Gün­düz­le­ri Kur’ân-ı ke­rîm okur, ge­ce­le­ri na­maz kı­lar­dı. Ba­ba­sı do­ğu­da sul­tan idi. Bir de­fa­sın­da ken­di­si­ne; ‘Ey efen­dim! Fi­lan kim­se, fi­lan gün öle­cek, fi­lan ge­mi ba­ta­cak ve ben­ze­ri şey­le­ri söy­lü­yor­su­nuz. Hâl­bu­ki Pey­gam­ber­ler böy­le şey­le­ri söy­le­mez­ler­di. On­lar ke­mâl­le­ri ve kuv­vet­le­ri ile be­râ­ber, an­cak ken­di­le­ri­ne em­re­di­le­ni söy­ler­ler­di. Ev­li­yâ­nın nû­ru, pey­gam­ber­lik nû­ru­nun bir dam­la­sı­dır. Ni­çin bu söz­le­ri söy­lü­yor­su­nuz?’ de­dim. Ho­cam ba­na dö­ne­rek te­bes­süm et­ti ve bu­yur­du ki: Bu be­nim irâ­dem­le, is­te­ğim­le de­ğil­dir...”

“KEN­Dİ­Nİ NE SA­NI­YOR­SUN?!.”
Bir gün ken­di­si­ni fı­kıh âli­mi zan­ne­den bir kim­se, Ebü’l-Ab­bâs’ın bü­yük­lü­ğü­nü in­kâr edi­ci söz­ler söy­le­di. “Sen ken­di­ni ne sa­nı­yor­sun, ger­çek­ten ilim sa­hi­bi isen, gel is­te­di­ğin ko­nu­da mü­na­za­ra ede­lim” de­di. Ebü’l-Ab­bâs haz­ret­le­ri ona; “Ey fa­kîh! Sen baş­ka­sı­nı bı­rak! Ken­di hâ­lin­le meş­gûl ol! Öm­rü­nün bit­me­si­ne ye­di gün kal­dı. Öle­cek­sin!” bu­yur­du. O kim­se, bu hâ­di­se­den bir haf­ta son­ra ve­fât et­ti.

Toplam Görüntülenme: 1201

Yayın tarihi: Pazartesi, 24 Kasım 2008