Bu sayfayı yazdır

Ab­dülvâ­hid bin Zeyd ­haz­ret­le­ri­nin kö­le­si

Bü­yük ve­lî Ab­dül­vâ­hid bin Zeyd haz­ret­le­ri şöy­le an­la­tır: Hiz­met­le­ri­mi gör­me­si için bir kö­le sa­tın al­mış­tım. Ge­ce ev­den git­miş­ti. Sa­bah olun­ca eve gel­di ve ba­na üze­ri iş­len­miş bir dir­hem al­tın ver­di. Bu­nu ne­re­den al­dın de­yin­ce; “Efen­dim, ben si­ze her gün böy­le bir dir­hem ve­re­ce­ğim. Kar­şı­lı­ğın­da ge­ce­le­ri be­ni ser­best bı­rak­ma­nı­zı is­ti­yo­rum” de­di. Ben de ka­bul et­tim

“ONU EVE HAP­SE­DE­CE­ĞİM!..”
Ara­dan bir müd­det geç­ti. Bir gün kom­şum ya­nı­ma ge­lip; “Kö­len me­zar­la­rı açı­yor, ke­fen so­yu­yor” de­di. Bu söz be­ni çok üz­dü. “Ben onu eve hap­se­de­ce­ğim” de­dim. Ka­pı­la­rı ki­lit­le­dim, ak­şam ol­du, yat­sı na­ma­zın­dan son­ra kö­lem ev­den git­mek üze­re kalk­tı. Tâ­kib et­tim, ka­pa­lı ka­pı­la­ra işâ­ret edin­ce, ka­pı­lar açı­lı­ve­ri­yor­du!.. Ev­den çık­tı. Giz­li­ce onu tâ­kib et­tim. Ku­rak bir ye­re var­dı. Sa­ba­ha ka­dar na­maz kıl­dı ve so­nun­da şöy­le du­â et­ti: “Ey yü­ce sâ­hi­bim! Efen­di­me gö­tü­re­ce­ğim üc­re­ti gön­der!”
Gök­ten üze­ri­ne bir dir­hem düş­tü alıp ce­bi­ne koy­du... Bu işe çok hay­ret et­tim ve onun hak­kın­da yan­lış dü­şün­dü­ğüm­den do­la­yı töv­be et­tim. Son­ra da onu âzâd et­me­ye ka­rar ver­dim. Fa­kat kö­lem kay­bol­du. Bir tür­lü bu­la­ma­dım... Bir müd­det son­ra kar­şı­ma bir at­lı di­kil­di ve; “Ey Ab­dül­vâ­hid! Bu­ra­da ne otu­ru­yor­sun?” de­di. Du­ru­mu baş­tan so­na an­lat­tım. At­lı; “Se­nin bu­lun­du­ğun bu yer ile mem­le­ke­tin ara­sı ne ka­dar me­sâ­fe­dir, bi­li­yor mu­sun?” de­di. “Ha­yır bil­mi­yo­rum” de­dim. “Sü­rat­li gi­den bir sü­vâ­ri için alt­mış ko­nak­lık me­sâ­fe­dir. Bu­ra­dan ay­rıl­ma. Kö­len bu ge­ce ya­nı­na dö­ne­cek de­di.”
Or­ta­lık ka­ra­rın­ca bir de bak­tım ki, kö­lem gel­di. Ya­nın­da bir sof­ra var­dı. Sof­ra­nın üze­ri her çe­şit yi­ye­cek­le do­luy­du. Ba­na; “Bu­yur ye efen­dim!” de­di. O ben­ze­ri­ni gör­me­di­ğim yi­ye­cek­ler­den ye­dim...

SEC­DE­YE KA­PAN­DI VE...
Sa­bah na­ma­zın­dan son­ra kö­lem elim­den tu­tup, du­â et­ti. Son­ra bir­kaç adım at­tık. Bir­den­bi­re ken­di­mi evi­min önün­de bul­dum. Ba­na dö­nüp;
“Efen­dim, siz be­ni âzâd et­me­ye ka­rar ver­me­di­niz mi?” de­di. “Evet” de­dim. Yer­den bir taş alıp âzâd edil­me be­de­li ola­rak ba­na ver­di. Bir de bak­tım ki, taş al­tın ol­du...
Bu ha­di­se­yi kom­şu­la­rı­ma an­la­tıp; “O, me­zâr so­yan de­ğil nûr sa­çan imiş” de­dim. Kom­şu­la­rım da piş­man olup, töv­be et­ti­ler. Kö­le de he­men sec­de­ye ka­pan­dı ve; “Yâ Rab­bi, sır­rım or­ta­ya çık­tı, ca­nı­mı he­men al” di­ye yal­var­dı ve Ke­li­me-i şe­ha­det söy­le­ye­rek ru­hu­nu ora­da tes­lim et­ti.

Toplam Görüntülenme: 1265

Yayın tarihi: Pazartesi, 27 Ekim 2008