ABAYI YAKMAK

Dini Hikayeler

Perşembe, 19 Nisan 2007

“Abayı yakmak.” Bu tâbir mecâzen, “birine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek” gibi mânâlar ihtivâ eder. Dervişler arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden, “Ooo! Abası hayli yanıktır!” gibi ifadeler kullanılırmış.Eski tekke mimarimizin kompleksi içinde; bir mescid veya câmi, ortada şadırvanı olan bir avlu ve avluyu çevreleyen derviş hücreleri, büyükçe bir dershâne, mutfak, kiler, ambar v.s. bulunduğu bilinmektedir. Bilhassa kış aylarında dershânenin ocağı harlı ateşle yakılarak dervîşânın burada toplanmaları sağlanır, böylece hem iktisat yapılmış, hem de uzun saatler mürşidden istifade ve istifâza etmeleri temin edilirmiş.

Devamını oku...

BİZİ HATIRLAYIN!

Dini Hikayeler

Perşembe, 19 Nisan 2007

Rumelili yüzbaşı İbrâhim Ağa adında bir kimse Bolu'da bir müddet vazîfe yaptı. Memleketine döneceği zaman Mustafa Sâfî Efendiyle vedâlaşmak için ziyâretine gitti. Vedâlaşıp giderken yüzbaşı İbrâhim Efendiye; "Yolculuğunuz sırasında sıkıntıya düşerseniz bizi hatırlayınız. Selâmetle memleketine ulaşırsın." dedi. Yüzbaşı İbrâhim Ağa bir gemiye binip yola çıktı. Denizde bir müddet yol aldıktan sonra fırtına çıkıp, bindiği gemi batmaya yüz tuttu. Yüzbaşı İbrâhim Ağa suyun dibine doğru batarken Mustafa Sâfî Efendinin kendisine vedâlaşırken söylediği sözü hatırlayıp, Allahü teâlânın izniyle Mustafa Sâfî Efendinin rûhâniyetinden yardım istedi. O anda Mustafa Sâfî Efendi gözüküp onu elinden tuttu ve sudan çıkardı. Sonra da; "Suyun üzerinde bağdaş kur otur! Korkma bir gemi gelip seni kurtaracak!" buyurmuştur. Biraz sonra bir gemi gelip onu kurtarmış ve memleketinin sâhiline götürüp bırakmıştır. Bu hâdiseden sonra Yüzbaşıİbrâhim Ağa memleketinden Bolu'ya giderek Mustafa Sâfî Efendiye talebe olmuş ve ömrü boyunca orada kalmıştır

Devamını oku...

ZAHİRİ HÜKÜMDARIN CELALİNE TUTULDUM

Dini Hikayeler

Perşembe, 19 Nisan 2007

Selâhaddîn Uşâkî'nin çocuğu olduktan bir süre sonra, hocası ve kayınpederi onu evden çıkararak; "Al hanımını evimden ayrıl! Bundan sonra kendi geçimini temin et." dedi. Selâhaddîn Uşâkî; "Peki hocam, başüstüne!" diyerek hanımı ve çocuğu ile berâber, hocasının evinden ayrıldı. Eğrikapı'dan, Fâtih Câmii civârında, Âşıkpaşa mevkiinde bulunan, Horhor çeşmesine doğru yürürken bir evin kenarında durakladı. Kış günüydü ve kar yağıyordu. Yolun karşı tarafında bulunan Tâhir Ağa onları görünce evine dâvet etmek için yanlarına birini gönderdi. Tâhir Ağa, Selâhaddîn Uşâkî'yi, evine götürdü. Ona; "Siz kimlerdensiniz? Kış gününde neden bu hâle düşüp sokak kenarında kimsesiz garibler gibi duruyorsunuz?" diye sordu.

Devamını oku...

CİMRİLİK VE NANKÖRLÜĞÜN CEZÂSI

Dini Hikayeler

Perşembe, 19 Nisan 2007

Bağdad’ı kıtlık kırıp geçiriyordu. En çok da hamallar açlık çekiyordu. İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan belli olan bir evin, kapısından seslendi hamalın biri:— Allah rızâsı için birazcık ekmek... Günlerdir lokma girmedi ağzımdan.Tandırın başındaki kadın, taze bir ekmeği kızına uzattı, “Ver şu adama” dedi. Kızcağız ekmeği verdi hamala. Hamalın sevinci târif edilemezdi. Evine doğru hızlandı. Kim bilir kaç günlük açlığını giderecekti! Tam bu sırada karşıdan gelen birinin sert îkâzı durdurdu onu:— Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın?

Devamını oku...

KABAHAT KILINCIN MIDIR?

Dini Hikayeler

Perşembe, 19 Nisan 2007

Sultan III. Mustafa zamanındaki evliyanın büyüklerinden olan Abdülehad Nuri Efendi, Süleymâniye Câmiinde vâz ettiği bir gün, kürsüye bir kâğıt kondu. Vâzdan sonra, bu şekilde konan kâğıtları okurlardı. Kâğıdı okuyunca; "Sizin gavs olduğunuz söyleniyor. Gavs olan, Allahü teâlânın izni ile istediğini yaparmış. Eğer gavs iseniz, beni bu mecliste öldürün bakalım." yazıyordu. Abdülehad Efendi bu yazıyı okuyunca; "Taassub insanı nelere götürürmüş. Sübhânallah, biz âciz ve fakîr bir kuluz. Halk bizi gavs ve kutb bilir. Hak teâlâ onları tasdik eyleye. Kutb olanlar nefis ehli olanlar gibi, ben bunu yapamaz mıyım diye elinden geleni yapmaya kalkışmaz. Onlara sıkıntı ve cefâ verilse bile onlar affederler. Onun için yüksek mertebelere eriştiler. Fakat evliyâ, kınından çekilmiş bir kılıçtır. Bir kimse kendini kılıca vursa, kabahat kılıcın mıdır, yoksa kendini kılıca vuranın mı?" buyurduklarında, câminin içinde; "Aman, eyvah, eyvah." diye bir çığlık koptu. O kâğıdı yazan kişi o anda vefât etti.

Devamını oku...

Ebû Abdullah Dîneverî

Meşhurların Son Sözleri

Çarşamba, 18 Nisan 2007

Ebû Abdullah Dîneverî, zamânındaki bâzı âlim ve evliyâ ile görüşüp mânevî ilimlerde yüksek dereceye ulaşmış bin zattır. İslâmiyete uymaktaki gayreti ve talebelerini mânevî yönden yetiştirmekteki azmi çok fazlaydı. Vâdi-i Kurâ denilen yerde senelerce hak yoluna gönül verenler için lüzumlu edepleri öğretmekle meşgûl oldu. Âlim ve velîlerin dersleri ile sohbetlerine koşmayı teşvik eder; “Küçüklerin büyüklerle berâber olmak, onların sohbetlerinde bulunmak arzuları, akıllılıktır” derdi.

Devamını oku...

İCÂZETİN SIRRI

Dini Hikayeler

Çarşamba, 18 Nisan 2007

Akşemseddin hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed Hân hazretlerinin hocasıdır. Soyu, Hz. Ebû Bekir’e dayanır. Kendisini ilim tahsiline adamış, Hacı Bayrâm-ı Velî’den icâzet almıştır.Bir gün Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerine sordular: — Sana kırk yıldan beri hizmet eden nice dervişlerin var; onlara icâzet vermedin de, az bir zamanda Akşemseddin’e nasıl icâzet verdin?Hacı Bayrâm-ı Velî hazretleri onlara şu cevabı verdi:— O, benden ne gördü ve ne işitti ise inandı, kabul etti; hikmetini sonra kendisi buldu. Diğerleri ise hemen hikmetini sorarlar. Aradaki fark budur. 

Devamını oku...

SARIK VE SAKAL

Dini Hikayeler

Çarşamba, 18 Nisan 2007

Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir kadı'nın mahkemesinde alimler sırasında üst sırada oturur. Kadı gerek giyiminden gerese tanımadığından olacak sert sert bakar. Bunun üzerine, Kadının adamı fakir alimin yanına gelerek: -Buradan kalk. Haddini bil burası senin yerin değil. Herkes meclisin üst tarafına layık olamaz. Senin yerin aşağısı.Ya git oraya otur, ya da çık git, der. Alim, bakar ki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar:-Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri birbirine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür her biri bir dövüş horozuna döner. Bir karmaşadır gider. Fakir alim dayanamaz kalkarak: -Lütfen bir kere de beni dinlermisiniz? Bu konuda benim de söyleyeceğim bir kaç söz var.

Devamını oku...

NAMAZINI BEN KILDIRAYIM

Dini Hikayeler

Çarşamba, 18 Nisan 2007

Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârî'nin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârî'ye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; "Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım." demişti. Bu söz Molla Fenârî'nin kulağına ulaşınca; "Ol kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakk'ın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim." dedi. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Tâhâ sûresini tefsîr eyle!" diye buyurdukta; "Yüksek huzûrunuzda, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor." demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek tükrüğü ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamuk ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti. Tam bu günlerde, vezîrin gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak, 1429 (H.833) senesinde Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitti. Bu esnâda Mısır'a ve Kudüs-i şerîfe de uğradı. Bir çok âlim ile sohbet edip onlardan istifâde etti.

Devamını oku...

SENİN NASİBİN DİYAR-I RUM’DADIR

Dini Hikayeler

Çarşamba, 18 Nisan 2007

Niyâzî-i Mısrî, devamlı ibâdet ve tâatla meşgûl olduğu sırada, bir gece rüyâsında Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini gördü. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri büyük bir taht üzerinde oturmaktaydı. Etrâfına talebeleri toplanmıştı. Niyâzî-i Mısrî, kendisini onların arasın da görünce, hayâsından dışarı çıkmaya yol ve fırsat aradığı bir sırada, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, onu yanına çağırıp, bir kese altın hediye verdi ve; "Senin nasîbin diyâr-ı Rûm'dadır. Mısır'da değildir." buyurdu. Ertesi gün Niyâzî-i Mısrî bu rüyâsını hocasına anlatın ca, hocası hemen ona hilâfet verdi ve duâ etti. Bunun neticesinde Niyâzî-i Mısrî 1646 sene sinde Mısır'dan ayrılarak İstanbul'a gitti. İstanbul'da Sultanahmed Câmii civârında Sokullu Mehmed Paşa dergâhında ikâmet edip, uzun süre riyâzette kaldı. Kaldığı odada çok gözyaşı döktü. Halîl Paşa, Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin kaldığı odanın döşemelerini yenilemek için teşebbüste bulunduğu zaman, Niyâzî-i Mısrî hazretlerini rüyâsında gördü. Rüyâda "Gözlerimin yaşı ile yıkanmış olan tahtaları muhâfaza ediniz." diye emretmesi üzerine, tahtalarını muhâfaza etmek sûretiyle odayı tâmir etti.

Devamını oku...