65 - OSMAN FADLÎ EFENDİ'NİN DUASI

Sultan Dördüncü Ahmed Han, Osman Fadlî Efendiyi çok severdi. Zaman zaman saraya dâvet eder, vâz ve nasîhatlerinden istifâde ederdi. Sultan bilemediği takıldığı mevzuları ona sorar, istişâre ederdi. Hattâ Ramazân-ı şerîfte, iftarda Seyyid Osman Fadlî'nın önünden artan yemeklerinden bereketlenmek için ister, iftârını onunla yapardı.Bir zaman İstanbul'da isyân oldu. Zorbalar her tarafı darma-dağın edip yağmaladılar. Seyyid Osman Fadlı, hiç çekinmeden talebeleri ile birlikte zorbaları yakalayarak adâlete teslim etti. Böylece din ve devlete büyük hizmetlerde bulundu. Sultan İkinci Süleymân pâdişâh olunca, büyük bir kargaşa oldu. Seyyid Osman bu kargaşalığın ortadan kalkması için duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allahü teâlâ belâyı kaldırdı. Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden sonra, devlet işlerini düzeltme husûsunda en çok şöhret sâhibi Seyyid Osmân oldu.

Devlet işlerindeki tesiri gittikçe artan Seyyid Osman Fadlı'yı, devletin ileri gelenlerinden bâzıları çekemediler. Sultana, verdiği bir vâz yüzünden şikâyet ettiler. Çeşitli entrikalar çevire rek Magosa'ya gönderilmesini sağladılar. Kendisi; "Bu hâdise, dört ay önce Allahü teâlâ tarafın dan kalbime ilhâm edildi. Fakat; "Makâmından ayrılma, yerinde kal. Çünkü bunda Allahü teâlâ nın çeşitli hikmetleri var." dendi. Biz de bu emre uyup, yerimizden ayrılmadık." dedi. Magosa' ya gidişlerinin on dördüncü ayında vefât etti. vasiyeti üzerine kabrinin üzeri açık bırakıldı. Vasiyeti şöyle idi: "Kabrimin üzerine türbe yapılmasın. Baş ucuna bir taş dikilsin. Belki mezârım kaybolmaz da gelip-geçen bir duâ okur. Daha sonra 1830 senesinde Kıbrıs'a tahsildâr olarak tâyin olan Hacı Mehmed Ağa, Osman Fadlı'nın kaybolmak üzere olan kabrini ortaya çıkarmış ve etrâfını temizletmiştir.Talebesi İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri, onun hakkında şöyle demektedir: "Hocam her hâlinde gizliliği tercih ederdi. Sünnete uygun olmayan bir şeyi yapmazdı. Şu üç şeyi hiç terketmezdi: 1)Her farz namaz için abdestini tâzelerdi. 2) Namazını dâimâ cemâatle kılardı. 3)Her ibâdet ve işi, Kitab ve sünnete uygun olarak yapardı. Her çeşit riyâzeti yapmıştır. Ramazân-ı şerîfte, bir yumurta ile iftâr ederdi. Bütün yediği bundan ibâretti. Derslerine iki yüz kadar talebe devâm ederdi. Bu talebelerin içinde; Trakya, Anadolu ve Arab Yarımadasından gelenler vardı."Yine hocasından naklederek der ki;"İnsanlar dört kısımdır:1. Zikir, fikir, maksat, niyyet ve himmetleri sırf dünyâdır. Bunlar kâfirler ve onlara tâbi olanlardır. Sırf fâni olan dünyâ nîmetleriyle nasibdâr olmuşlardır.2. Dillerinin ifâdesine nazaran âhiret ehli gibi görünürlerse de, bunların içten maksat ve niyetleri yine evvelkiler gibi tamâmen dünyâya yönelmiştir. Bunlar münâfıklardır. Önceki kısımdan çok aşağıdır. Bunlardan çok korkulur. Şeklen âhiret ehli gibi görünürler. Fakat mânen Allah'tan yüz döndürmüşlerdir. Niyyet ve himmetleri hep dünyâdır. Bunların îmânının zevâlinden, kaybolmasından pek korkulur. Zîrâ ibâdetten maksad İslâm, îmân mertebelerinin tamâmiyle, ihsân mertebesine, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etme şerefine ulaşmaktır. Bu mertebelere kavuşmak için çalışmamak ve bu hususta kusur ve ihmâlde bulunmak, cenâb-ı Hak'tan elindeki nîmetin kaybolmasını istemektir3. Zikir, fikirleri, âhiret ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de âhirettir. Bunlar umum müminlerdir.4. Zikir ve fikirleri, düşünceleri âhiret ve kalplerindeki niyyet ve himmetleri de odur ki bunlar mukarreblerdir. Mukarrebler, Allahü teâlâ için olmayan her şeyden sakınırlar. Din için niyyet etmedikçe hareket etmezler. Her sözleri Allah içindir

Toplam Görüntülenme: 1470

Yayın tarihi: Cuma, 05 Mart 2004

Bunları okudunuz mu?